Aslında bu hikâye de 2005 yılında başladı. Acil serviste çalışan hekimler 5 aşamalı bir eğitime alınacak, eğitimi tamamlayanlar “acil servis uzmanı” sayılacaktı.

Sene 2005 olunca ve aynı yıl benzer bir modellemeyle Düzce’de aile hekimliğine de uçuş izni verilince bunun da bir Dünya Bankası projesi olduğunu düşünmek mümkün.

Açıklanan hedef şuydu: Bundan sonra acil servislerde sadece uzmanlar nöbet tutacak. Bakanlığın elinde bırakın onca acil servis uzmanının bulunmasını, toplam uzman sayısı da yetmeyeceğine göre yıllardır acillerin yükünü çeken pratisyen hekimleri “yetkilendirmek” makul gibi göründü bizlere…

De, nereden çıktı bu uzmanlık sevdası, anlayamadık sorduk: Dendi ki, “yataklı tedavi kurumları yönetmeliğinde, bahçıvanın, kalorifercinin bile görevleri tanımlanmıştır ancak bu yönetmelikte pratisyen hekim diye bir kavram yok, biz bu garabeti düzeltiyoruz”.

Vay canına, yani yıllardır milyonlarca müdahalede bulunan binlerce hekim “yasadışı” çalıştırılıyordu, hem de devlet tarafından…

Gittik, bu eğitimleri aldık. Aklımız almıyordu, üstelik TUS’la acil servis uzmanı olanlara haksızlık olarak görüyorduk ama bu zaten bir sefere mahsus bir uygulama olacak ve bir garabeti düzeltecekti, olsun’du, hem işin ucunda ciddi eğitimler de vardı…

Sonra ne olduysa oldu, o uzmanlık işi unutuldu gitti. Nasıl, ahuzem vb değişik elbiseler giydirilip, uzmanı pratisyene kırdıran, sonrasında da iş yükünü yanındaki aile hekimine yıkarak “sözde aile hekimliği uzmanlığı” verilmesi hikâyesine ne çok benziyor değil mi?

Tabii köprünün altından çok sular aktı. Adına “döner sermaye” denilen illet 1. Basamak sağlık kuruluşları hariç tüm sağlık kuruluşlarını pençesine aldı. Devlet, döner sermaye uygulamasıyla ekonomik açıdan bir tercih yaptı. Çağdaş ve insanca gelir ve yaşam koşulları sağlamadığı sağlık çalışanlarının önüne serbest piyasa ekonomisini sürdü. “Gelir açığınızı hastadan ya da SGK’dan çıkarın dedi.

Doğru ve ahlaklı olan yerine, yanlış ve ahlaksız olanı tercih etti. Koca devlet çıkıp da, “ben vatandaşımın sağlığını emanet ettiğim sağlık çalışanlarıma hakkını ödüyorum” diyemedi de bir cebinden aldığını diğer cebine aktararak her şeyi mahveden bir canavar yaratmayı tercih etti.

Aynı tercihin vatandaş tarafını da “sıra bekleme, git acilde işini ücretsiz gördür” şeklinde modelleyince acil servisler çökme noktasına geldi. Hani şu, İngiltere Lordlar Kamarası’nda şaşkınlıkla dinlenen “80 milyonluk ülkede nasıl 100 milyon acil başvurusu olur?” durumuna gelindi.

İşin vatandaşın cebinden ekstra para, SGK’nın her yıl “açıklamadığı” görev zararları kısmına girmiyorum bile. Zira girsek de faydası yok, yıllardır Sayıştay raporları Meclis gündemine taşınamıyor.

Gören gözün algıladığı şudur: Artık deniz bitti!

Ya ne olacaktı? “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz”den, “Doktor efendi devri bitti, ben bunlara iğne dahi yaptırmam” aşamasına geçiş, artık yarattığı canavarla başa çıkamıyor.

Acil servisler başta olmak üzere hastaneler tümden bitti, tükendi. Ballı maaşlarla atanan hastane CEO’ları da sorunu çözemiyor artık.

Son günlerin konusu Beypazarı olduğu için oradan örnekleyeceğim ama siz aynı yere Güdül, Sincan ya da Şereflikoçhisar koyarak da okuyabilirsiniz.

Duyumlarımıza göre bizim Bakanlığın acil serviste uzman çalışmalı sevdası yeniden nüksetmiş. Beypazarı da bu işin laboratuarı olarak seçilmiş. Ancak gene becerememişler. Belli ki onca para harcayarak yaptıkları “sağlık politikası laboratuarı” çalışmaları işe yaramamış. Ya da bizim bürokratlar dersleri kırmışlar. Hep söylüyoruz, dinletemiyoruz, halkın sağlığını 5 yıldızlı otellerde planlayamazsınız, kafanız dağılır.

Her neyse, Beypazarı’nda yükü çeken ASM’lerdeki aile hekimlerinin bir kısmı KHK ile ihraç edilip, bir kısmı SAHU eğitimine gönderilince ASM’ler yükü kaldıramaz hale geldi. Önce TSM Başkanı hariç tüm TSM hekimleri aile hekimliğine yönlendirildi. Açık kapanmayınca acil servis hekimlerine muvaffakat verildi. Bu sefer de aile hekimi sayısı tamamlandı ama hastane norm kadro oranı olması gerekenin altına düştü.

Bilirsiniz, bizim ülkemizde sosyalizmi çağrıştırdığı için “planlama” kelimesinden pek bir korkulur. Bu nedenle eğer Dünya Bankası elimize net bir direktif reçetesi vermediyse bedevi kervanı yöntemiyle işlerimizi yürütürüz.

Şimdi işin özeti şudur: Başkente 100 km. mesafede bir son derece kapalı bir ilçede, aile hekimlerine gene bir “zorunluluktan” ötürü verilen adli tabiplik ve defin hizmetleri nöbetlerine ek olarak acil servis nöbetleri de veriliyor. Aynı hastanede çalışan uzman klinisyen arkadaşlarımızın durumu da oldukça vahim, onlar da acil nöbeti tutup, ertesi gün ameliyata, polikliniğe girmek durumunda kalıyorlar. Ayda 200 küsur saatlik bir çalışmadan söz ediyoruz.

İşin kanun, kitap taraflarına da girmeyeceğim. İşte AHEF açıkladı, nöbet havuzu nasıl yapılmalıdır vs. Evrensel hukuk, insan hakları, uluslar arası sözleşmeler, hastaların uğrayabileceği zararlar, sürtüşmelerin artmasından söz etmeyeceğim. Dinleyen kim, anlayan kim?

Yaşı elveren meslektaşlarımız hastaneden emekli olma yolunu seçmişlerdir. Amcası dayısı olanlar daha stabil bir yere kapak atma derdinde… Aile hekimleri de, ama tepki olarak deyin, ama kendini savunma güdüsüyle il içi yerleştirmelere başvuruyorlar.

Şimdi bu noktada çok net, birkaç sorumuz var:

  1. Beypazarı’nı, sonrasında da Ankara’nın diğer taşra ilçelerini bu kaosa sürükleyen kişi aynı zamanda iktidarın yandaş sendikasının bölge temsilciliğini yapan bir Bakanlık bürokratı olduğu doğru mudur?
  2. Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü’nde acil servis nöbet havuzunu oluşturacak olan kişilere “genelgeyi boşverin, sadece Beypazarı aile hekimlerine nöbet yazın, eninde sonunda aile hekimleri bu işi yapacak” diyerek siyasal baskı yapıldığı doğru mudur?
  3. Ankara’da bir halk sağlığı müdürlüğü var mıdır? Yoksa bu kurumun kamu hastaneleri birliği ve il sağlık müdürlüğü yetkililerince kuşatıldığı, iş yaptırılmadığı doğru mudur?
  4. Ankara’da kendi çıkarttıkları kanuni metinleri okuyan tek bir bürokrat yok mudur?

Şimdilik sorularımız bunlar…

Sayın Recep Akdağ’a soruyoruz. Yakın zamanda müjdeledikleri  “sağlıkta dönüşümün 2. Dönemi başlıyor” sözleri Beypazarı’nda 1. Ve 2. Basamak sağlık hizmetlerini aynı anda bitirmek ise, bunu açıklamalıdır. Aksi takdirde, referandum çalışmalarına biraz olsun ara vererek konunun ciddiyetini kavramalıdır.

Yıllar önce Milliyet gazetesinde “Aile Hekimliği Sağlık Bakanlığı tarafından bitiriliyor” başlıklı bir ilan vermiştik. Bugün ise bitirildiğini açıkça görüyoruz. Uyarımızı yaptıktan sonra bizim üzerime düşen son bir görev kalıyor: Ankara’ya gelip, mevlidimizi okutup, lokmamızı döktürerek “sağlığın ruhuna el Fatiha” demek.

İyi bilirsiniz, yapmamız gerekiyorsa yaparız.

Dr. Murat Bolat

Birlik ve Dayanışma Sendikası

Genel Başkanı

Bir cevap yazın

Sitemiz size daha iyi bir hizmet verebilmek için kişisel olmayan verilerinizi (gezinme, sayfa geçişleri vs.) tarayıcınızda saklamaktadır.